13 Ekim 2010 Çarşamba
O Şarkı
Bütün gün bir şarkı dinledim. O şarkıyı sürekli başa alıp defalarca ve defalarca bıkmadan dinledim. Arada eşlik etmeye çalıştım ve kendi kendime mırıldandım. Çoğu zaman yüzümde kendiliğinden oluşan bir gülümseme fark ettim şarkıyı dinlerken. O şarkı o kadar etkiledi ki beni sanki ruhuma işledi, içimde bir yerlere dokundu ve birden bire vazgeçilemezim oldu. Kaç kere dinledim bilmiyorum. Kaç kere dinleyeceğim bilmiyorum. Ama şu anda bile onu dinlemek istiyorum. Birazdan kalkıp gideceğim ve yatacağım, beynimin içinde, kalbimin derinliklerinde o şarkıyla uyuyacağım. Hissedebiliyorum... O şarkı bana yeni şeyler getirecek. Çok yakında... Hayal gücüm patlamaya hazır bir bomba gibi olacak ve patlayacak. Ne zaman olucak bilemem ama bugün, yarın ya da belki de aylar sonra bile olsa, olacağını biliyorum. Bunu şimdiden hissedebiliyorum. Bomba patlayacak ve ben o güne kadar o şarkıyı dinleyeceğim. Çünkü o şarkıdan kopamıyorum. Beynimin içinde ya da kalbimin içinde bana bağlı ama kendi hayatını yaşayan birileri var ve o şarkı onların. Onlar o şarkıyı istiyorlar ve bende o şarkıyı defalarca dinlemeye razı oluyorum. O şarkı bombayı hazırlıyor...
12 Ekim 2010 Salı
"The East"
"The East"
Olay basit ve sıradandır. Ama çoğu insan böyle olayları sever. Biz insanlar acı çekmeyi, gururu, yalnızlığı, kendinden fazla karşındakini düşünmeyi severiz. Bunları hissetmeyi, hisseden birini görmeyi severiz. Tüm bu olumsuz özellikler sanki bize yaşadığımızı hissettirir. Hele bir de bu özellikler okuduğumuz bir kitapta, izlediğimiz bir dizi/filmde ya da seyrettiğimiz bir oyunda ise... Hayali karakterlerin yaşadığına daha çabuk inanmamızı, onları daha çabuk benimsememizi ve kabullenmemizi sağlar.
Kitabı okurken karakterimiz hiç acı çekmeden hayatını yaşıyorsa şöyle bir tepki vermemiz normaldir "Yok artık, işte böyle mutlu hayatlar sadece kitaplarda olur" der ve o kitabı bitirince elimize bir daha almayız belki de bitiremeyiz bile... Ama eğer o karakter çok zorluklar, acılar yaşıyorsa şöyle bir tepki bile verebiliriz "Yok artık, daha da neler her şey senin başına mı gelir be canım, kıyamam, oofff..." der ve devamında ne olacağını merak ederek bir solukta kitabı bitirebilir ve belki de uzun bir süre etkisinden çıkamayabiliriz.
The East böyle doğdu. Mükemmel insanların mükemmel olmayan hayatlarıyla... Her şey, her zaman masallardaki gibi olmayabiliyordu...
Olay basit ve sıradandır. Ama çoğu insan böyle olayları sever. Biz insanlar acı çekmeyi, gururu, yalnızlığı, kendinden fazla karşındakini düşünmeyi severiz. Bunları hissetmeyi, hisseden birini görmeyi severiz. Tüm bu olumsuz özellikler sanki bize yaşadığımızı hissettirir. Hele bir de bu özellikler okuduğumuz bir kitapta, izlediğimiz bir dizi/filmde ya da seyrettiğimiz bir oyunda ise... Hayali karakterlerin yaşadığına daha çabuk inanmamızı, onları daha çabuk benimsememizi ve kabullenmemizi sağlar.
Kitabı okurken karakterimiz hiç acı çekmeden hayatını yaşıyorsa şöyle bir tepki vermemiz normaldir "Yok artık, işte böyle mutlu hayatlar sadece kitaplarda olur" der ve o kitabı bitirince elimize bir daha almayız belki de bitiremeyiz bile... Ama eğer o karakter çok zorluklar, acılar yaşıyorsa şöyle bir tepki bile verebiliriz "Yok artık, daha da neler her şey senin başına mı gelir be canım, kıyamam, oofff..." der ve devamında ne olacağını merak ederek bir solukta kitabı bitirebilir ve belki de uzun bir süre etkisinden çıkamayabiliriz.
The East böyle doğdu. Mükemmel insanların mükemmel olmayan hayatlarıyla... Her şey, her zaman masallardaki gibi olmayabiliyordu...
Dün Gece Yazılan Bir Kaç Satır
Dün gece uyuyamadım. Kalktım ve odamın içinde boş boş dolandım. Ardından ne zamandır günlüğüme bir şeyler karalamadığımı anımsadım ve günlüğümü arayıp buldum. Geçen yıl aralık ayından beri bir şey yazmamışım. Bir yılı kısaca özetledim ve rahatladım.
Yazma isteğime engel olamadım ve dolma kalemimi mürekkebin içinde bırakıp ne yazsam diye düşündüm. O sırada kitaplığımda gözüme küçük defterim çarpttı. Elime aldım ve sadece 11 sayfa yazmış olduğum son romanımı okudum bir sayfa eklemeyide ihmal etmedim tabi. O bir sayfa birazcık da olsa yazma isteğimi gidermişti. Hikayeye nasıl devam edeceğimi tasarladım belki bininci defa ve defteri kapatım kitaplığımdaki yerine geri koydum. Bugün belki ona devam ederim. Belki başka bir romanıma, hikayeme ya da senaryoma da devam edebilirim. Bilmiyorum... Bildiğim tek şey bugün kesin bir şeyler yazacak olmam.
Yazma isteğime engel olamadım ve dolma kalemimi mürekkebin içinde bırakıp ne yazsam diye düşündüm. O sırada kitaplığımda gözüme küçük defterim çarpttı. Elime aldım ve sadece 11 sayfa yazmış olduğum son romanımı okudum bir sayfa eklemeyide ihmal etmedim tabi. O bir sayfa birazcık da olsa yazma isteğimi gidermişti. Hikayeye nasıl devam edeceğimi tasarladım belki bininci defa ve defteri kapatım kitaplığımdaki yerine geri koydum. Bugün belki ona devam ederim. Belki başka bir romanıma, hikayeme ya da senaryoma da devam edebilirim. Bilmiyorum... Bildiğim tek şey bugün kesin bir şeyler yazacak olmam.
11 Ekim 2010 Pazartesi
Burada Biri Var!
Soğuk... Hava gerçekten çok soğuk. Güneş var, parlak bir gökyüzüyle birlikte. Gökyüzü o kadar parlak ki uzun süre bakamıyorsunuz. Ama hava keskin bir bıçak gibi sert ve soğuk.
Dışarının soğuk olması umrumda değilmiş gibi içim alev alev yanıyor. Aşık falan değilim ya da çok mutlu. İçim yanıyor çünkü aslını söylemek gerekirse feci derecede hastayım. Soğuk algınlığı...
Bir kaç gündür halsizlik, bitkinlik, bıkkınlık ve dalgınlığın sonunda beklediğim şey sonunda bana ulaştı. Bu sabah yataktan kalktığımda(ki aslında kalkamadığımda demek daha doğru) sesimi kaybetmiş olduğumu, burnumun tıkalı olduğunu ve gözlerimin kıpkırmızı bir şekilde yanıyor olduklarını fark ettim. Bir kaç saat sonra gerçekten yataktan kalkmayı başardığımda tüm bunların üstüne bir de baş ağrısı ve öksürük eklendi.
Biraz televizyon izledim, bilgisayarda oyunlar oynadım, kitap okudum ve bir kaç satır bir şeyler yazmaya çalıştım. Ama hepsi çok kısa sürdü. Hiç bir şeye kendimi tam olarak veremiyor yeni bir şeyler arıyordum. Sonra... Sonra diz üstü bilgisayarımı aldım kucağıma ve kendime bir blog oluşturaya karar verdim. Çok geçmeden kararımı gerçekleştirdim ve işte burdayım.
Kimse okumasada kendim için bir başlangıç yapmak istedim. "Ne zaman özgüvenim kendine gelecek?" sorusuna yanıt vermek için burdan başlıyorum. Yıllardır yazdığım (yazmaya çalıştığım da diyebiliriz) hikayeleri, romanları, oyunları paylaşmak için ilk adımımı atıyorum ve buraya yazıyorum. Yazmaya da devam edeceğim... Başta da dediğim gibi kimse okumasada ben buradayım...
Dışarının soğuk olması umrumda değilmiş gibi içim alev alev yanıyor. Aşık falan değilim ya da çok mutlu. İçim yanıyor çünkü aslını söylemek gerekirse feci derecede hastayım. Soğuk algınlığı...
Bir kaç gündür halsizlik, bitkinlik, bıkkınlık ve dalgınlığın sonunda beklediğim şey sonunda bana ulaştı. Bu sabah yataktan kalktığımda(ki aslında kalkamadığımda demek daha doğru) sesimi kaybetmiş olduğumu, burnumun tıkalı olduğunu ve gözlerimin kıpkırmızı bir şekilde yanıyor olduklarını fark ettim. Bir kaç saat sonra gerçekten yataktan kalkmayı başardığımda tüm bunların üstüne bir de baş ağrısı ve öksürük eklendi.
Biraz televizyon izledim, bilgisayarda oyunlar oynadım, kitap okudum ve bir kaç satır bir şeyler yazmaya çalıştım. Ama hepsi çok kısa sürdü. Hiç bir şeye kendimi tam olarak veremiyor yeni bir şeyler arıyordum. Sonra... Sonra diz üstü bilgisayarımı aldım kucağıma ve kendime bir blog oluşturaya karar verdim. Çok geçmeden kararımı gerçekleştirdim ve işte burdayım.
Kimse okumasada kendim için bir başlangıç yapmak istedim. "Ne zaman özgüvenim kendine gelecek?" sorusuna yanıt vermek için burdan başlıyorum. Yıllardır yazdığım (yazmaya çalıştığım da diyebiliriz) hikayeleri, romanları, oyunları paylaşmak için ilk adımımı atıyorum ve buraya yazıyorum. Yazmaya da devam edeceğim... Başta da dediğim gibi kimse okumasada ben buradayım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)